23 Ağustos 2016 Salı

SİNEMANIN YENİ KLASİKLERİ



İngiliz BBC televizyonunun internet sitesi 21. yüzyılın en iyi 100 filmini seçti. Listede Nuri Bilge Ceylan da var. 

BBC Culture'ın editörleri, 21. yüzyılın en iyi filmlerini belirlemek için 177 ülkeden ilgili kişilere bir anket yaptı. Sorular, sinema eleştirmenlerine, gazetecilere, akademisyenlere ve sektör çalışanlarına yönetildi. BBC'nin "sinemanın yeni klasik yapıtları" olarak nitelediği listede Nuri Bilge Ceylan'ın "Bir Zamanlar Anadolu'da"sı 54. sırada yer alıyor.

İşte 21. yüzyılın en iyi 100 filmi;

100. Toni Erdmann (Maren Ade, 2016)
100. Requiem for a Dream (Darren Aronofsky, 2000)
100. Carlos (Olivier Assayas, 2010)
99. The Gleaners and I (Agnès Varda, 2000)
98. Ten (Abbas Kiarostami, 2002)
97. White Material (Claire Denis, 2009)
96. Finding Nemo (Andrew Stanton, 2003)
95. Moonrise Kingdom (Wes Anderson, 2012)
94. Let the Right One In (Tomas Alfredson, 2008)
93. Ratatouille (Brad Bird, 2007)
92. The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford (Andrew Dominik, 2007)
91. The Secret in Their Eyes (Juan José Campanella, 2009)
90. The Pianist (Roman Polanski, 2002)
89. The Headless Woman (Lucrecia Martel, 2008)
88. Spotlight (Tom McCarthy, 2015)
87. Amélie (Jean-Pierre Jeunet, 2001)
86. Far From Heaven (Todd Haynes, 2002)
85. A Prophet (Jacques Audiard, 2009)
84. Her (Spike Jonze, 2013)
83. A.I. Artificial Intelligence (Steven Spielberg, 2001)
82. A Serious Man (Joel and Ethan Coen, 2009)
81. Shame (Steve McQueen, 2011)
80. The Return (Andrey Zvyagintsev, 2003)
79. Almost Famous (Cameron Crowe, 2000)
78. The Wolf of Wall Street (Martin Scorsese, 2013)
77. The Diving Bell and the Butterfly (Julian Schnabel, 2007)
76. Dogville (Lars von Trier, 2003)
75. Inherent Vice (Paul Thomas Anderson, 2014)
74. Spring Breakers (Harmony Korine, 2012)
73. Before Sunset (Richard Linklater, 2004)
72. Only Lovers Left Alive (Jim Jarmusch, 2013)
71. Tabu (Miguel Gomes, 2012)
70. Stories We Tell (Sarah Polley, 2012)
69. Carol (Todd Haynes, 2015)
68. The Royal Tenenbaums (Wes Anderson, 2001)
67. The Hurt Locker (Kathryn Bigelow, 2008)
66. Spring, Summer, Fall, Winter…and Spring (Kim Ki-duk, 2003)
65. Fish Tank (Andrea Arnold, 2009)
64. The Great Beauty (Paolo Sorrentino, 2013)
63. The Turin Horse (Béla Tarr and Ágnes Hranitzky, 2011)
62. Inglourious Basterds (Quentin Tarantino, 2009)
61. Under the Skin (Jonathan Glazer, 2013)
60. Syndromes and a Century (Apichatpong Weerasethakul, 2006)
59. A History of Violence (David Cronenberg, 2005)
58. Moolaadé (Ousmane Sembène, 2004)
57. Zero Dark Thirty (Kathryn Bigelow, 2012)
56. Werckmeister Harmonies (Béla Tarr, director; Ágnes Hranitzky, co-director, 2000)
55. Ida (Paweł Pawlikowski, 2013)


54. Once Upon a Time in Anatolia (Nuri Bilge Ceylan, 2011)
53. Moulin Rouge! (Baz Luhrmann, 2001)
52. Tropical Malady (Apichatpong Weerasethakul, 2004)
51. Inception (Christopher Nolan, 2010)
50. The Assassin (Hou Hsiao-hsien, 2015)
49. Goodbye to Language (Jean-Luc Godard, 2014)
48. Brooklyn (John Crowley, 2015)
47. Leviathan (Andrey Zvyagintsev, 2014)
46. Certified Copy (Abbas Kiarostami, 2010)
45. Blue Is the Warmest Color (Abdellatif Kechiche, 2013)
44. 12 Years a Slave (Steve McQueen, 2013)
43. Melancholia (Lars von Trier, 2011)
42. Amour (Michael Haneke, 2012)
41. Inside Out (Pete Docter, 2015)
40. Brokeback Mountain (Ang Lee, 2005)
39. The New World (Terrence Malick, 2005)
38. City of God (Fernando Meirelles and Kátia Lund, 2002)
37. Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives (Apichatpong Weerasethakul, 2010)
36. Timbuktu (Abderrahmane Sissako, 2014)
35. Crouching Tiger, Hidden Dragon (Ang Lee, 2000)
34. Son of Saul (László Nemes, 2015)
33. The Dark Knight (Christopher Nolan, 2008)
32. The Lives of Others (Florian Henckel von Donnersmarck, 2006)
31. Margaret (Kenneth Lonergan, 2011)
30. Oldboy (Park Chan-wook, 2003)
29. WALL-E (Andrew Stanton, 2008)
28. Talk to Her (Pedro Almodóvar, 2002)
27. The Social Network (David Fincher, 2010)
26. 25th Hour (Spike Lee, 2002)
25. ​Memento (Christopher Nolan, 2000)
24. The Master (Paul Thomas Anderson, 2012)
23. Caché (Michael Haneke, 2005)
22. Lost in Translation (Sofia Coppola, 2003)
21. The Grand Budapest Hotel (Wes Anderson, 2014)
20. Synecdoche, New York (Charlie Kaufman, 2008)
19. Mad Max: Fury Road (George Miller, 2015)
18. The White Ribbon (Michael Haneke, 2009)
17. Pan's Labyrinth (Guillermo Del Toro, 2006)
16. Holy Motors (Leos Carax, 2012)
15. 4 Months, 3 Weeks and 2 Days (Cristian Mungiu, 2007)
14. The Act of Killing (Joshua Oppenheimer, 2012)
13. Children of Men (Alfonso Cuarón, 2006)
12. Zodiac (David Fincher, 2007)
11. Inside Llewyn Davis (Joel and Ethan Coen, 2013)
10. No Country for Old Men (Joel and Ethan Coen, 2007)
9. A Separation (Asghar Farhadi, 2011)
8. Yi Yi: A One and a Two (Edward Yang, 2000)
7. The Tree of Life (Terrence Malick, 2011)
6. Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Michel Gondry, 2004)
5. Boyhood (Richard Linklater, 2014)
4. Spirited Away (Hayao Miyazaki, 2001)
3. There Will Be Blood (Paul Thomas Anderson, 2007)
2. In the Mood for Love (Wong Kar-wai, 2000)
1. Mulholland Drive (David Lynch, 2001)

18 Ağustos 2016 Perşembe

Ay










Giuseppe Tornatore

İtalyan senarist ve yönetmen. 26 Mayıs 1956 yılında doğdu.

Daha 15 yaşlarında iken, sinema ve tiyatroya ilgi duymaya başladı. Sinemaya geçmeden önce serbest fotoğrafçı olarak çalıştı. Sonrasında çeşitli belgeseller çeken Tornatore, ilk uzun metrajlı filmi olan Il Camorista (The Professor)'ü 1986 yılında çekti. Bundan iki yıl sonra da, ikinci filmi olan Nuovo Cinema Paradiso (Cennet Sineması) filmini çekti. Yönetmen bu film ile 1989 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Akademi (Oscar) Ödülünü kazandı. Bu film ile Giuseppe Tornatore, tüm dünyada tanınan bir yönetmen haline geldi.

Giuseppe Tornatore filmlerinde çoğunlukla müzisyen olarak Ennio Morricone  ismini görürüz. Morricone, film müzikleri konusunda, dünyadaki sayılı isimlerden biridir. İyi Kötü Çirkin, Bir Zamanlar Amerikada, Soysuzlar Çetesi gibi filmlerin unutulmaz müziklerini de Ennio Morricone yapmıştır. Morricone yaptığı eşsiz müziklerle, Tornatore filmlerine  önemli katkılar sağlamıştır. Bu ikilinin son çalışması Lo Sguardo Della Musica adlı belgeseldir. Senaryosunu ve yönetmenliğini Giuseppe Tornatore'nin üstlendiği yapımda, arşiv görüntüler, röportajlar ve kurgusal yeniden canlandırmalarla Ennio Morricone'nin hayatı anlatılmaktadır.

Dünyaca ünlü büyük yönetmenlerin bile tüm filmleri iyi olmayabilir, bazılar vasat kalır.Tüm filmlerinin izlemiş biri olarak söyleyebilirim ki Giuseppe Tornatore'nin neredeyse hiç vasat filmi yok. Yönetmenin izlediğim hiçbir filminde hayal kırıklığı yaşamadım. En çok bilinen ve O'na tüm dünyada şöhret kazandıran filmi Cennet Sineması olsa da -ki çok beğenmiştim- benim favori filmim Una Pura Formalita'dır. Bu filmin hak ettiği değeri görmediğini düşünüyorum.

Giuseppe Tornatore'nin En Önemli Filmleri:




  • Il Camorrista (Professör)
  • Nuovo Cinema Paradiso (Cennet Sineması)
  • Una Pura Formalita (Basit Bir Formalite)
  • La Leggenda Del Pianista Sull'oceano (1900 Efsanesi)
  • Malena
  • La Sconosciuta (Esrarengiz Kadın)
  • La Migliore Offerta (En İyi Teklif)


15 Ağustos 2016 Pazartesi

Pozitia Copilului


Romanya Sineması, son yıllarda önemli bir sıçrama yaptı. Özellikle 2000 sonrası çok önemli filmler sunan Romanya, tüm dünyada, sinemaseverlerin dikkatlerini üzerine çekmeyi başardı. Son dönemde yapılan başarılı filmlere birkaç örnek vermek gerekirse; Bay Lazarescunun Ölümü (Moartea Domnului Lazarescu-2005), Kağıt Mavi Olacak (Hîrtia va fi albastrã-2006), Bükreşin Doğusu (A fost sau n-a fost?-2006), 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün (4 luni, 3 saptamâni si 2 zile -2007), Tepelerin Ardında (Dupa dealuri -2012) ve Çocuk Pozu (Pozitia copilului -2013). Bu yazımızın konusu, son dönem Romanya Sinemasından çıkmış bu başarılı yapımlardan biri olan Pozitia Copilului. Başta yazımızın konusu olan film olmak üzere adı geçen diğer filmleri de tereddüt etmeden izleyebilirsiniz. Emin olun hepsi çok nitelikli yapımlar olup sizleri hayal kırıklığına uğratmayacaktır.

Pozitia Copilului(Çocuk Pozu, Child’s Pose), Calin Peter Netzer'in yönetmenliğini yaptığı, Romanya'nın en önemli kadın oyuncularından biri olan Luminita Gheorghiu'nun başrolünde olduğu, 2013 yapımı etkileyici bir drama. Film, 63. Berlin Film Festivalinde Altın Ayı ödülü almıştır. Son derece gerçekçi ve yalın bir anlatıma sahip olan filmin ağır bir temposu olmasına rağmen, başarılı diyaloglar ve üst seviyede oyunculuklar sayesinde, sonuna kadar ilgiyle kendini izlettiriyor. Oyunculuklar genel olarak çok iyi. Barbu rolünde Bogdan Dumitrache ve özellikle de Cornelia rolünde Luminita Gheorghiu üstün performans sergiliyorlar. Filmin konusu kısaca şöyledir; varlıklı bir aileden olan 34 yaşındaki Barbu, trafik kazası sonucu, yoksul bir ailenin 14 yaşındaki çocuğunun ölmesine sebep olur. Kaza, Barbu'nun hatalı sollama yapması ve hızlı olması sonucu meydana gelmiştir. Film, Barbu'nun annesi olan Cornelia'nın bu kaza sonucu oğlunun içine düştüğü müşkül durumdan kurtarmak için verdiği mücadeleyi anlatır.

Filmde, iki ana tema işlenmektedir; işlenen temalardan biri, zengin ve fakir insanların yaşamlarının karşılaştırılması. Yönetmen, farklı ekonomik gelir seviyelerindeki insanların giyim kuşamından, yaşadıkları evlere kadar, hayat standartları arasındaki uçurumu izleyiciye sunar. Ama asıl vurguladığı, zengin ve fakir insanların resmi makamlarca nasıl görüldükleridir. Tüm vatandaşlara eşit mesafede olması beklenen resmi görevlilerin bazılarının, basit çıkarlar için nasıl tarafsızlıklarını yitirdiklerini görürüz. Ne yazık ki bu durum bizi hiç şaşırtmıyor çünkü ülkemizde de durum çok farklı değil. İkinci tema olarak ise, son derece baskıcı ve otoriter bir karakter olan bir anne ile bu durumdan muzdarip oğlunun ilişkisi irdeleniyor. Muhtemelen çocukluk döneminden itibaren başlayan annenin yanlış tutumları sonucu, sağlam bir kişilik kazanmamış bir adamın benliğini bulma mücadelesi.

Hikayenin merkezinde bulunan karakter, Cornelia’dır. Cornelia 60 yaşlarında bulunan, otoriter, dediğim dedik, herkese ve her şeye hükmetmeye çalışan bir kadındır. Oğlu Barbu tek çocuğu olduğundan bütün ilgisini ona vermiştir. Barbu'nun babası, eşinin gölgesinde ve etkisinde kalmış son derece silik bir karakter iken, annesi Cornelia, hayatı boyunca oğlu adına düşünmüş, O'nun adına kararlar almış, okuyacağı kitaplardan, birlikte yaşayacağı kadına kadar, oğlunun bütün hayatına yön vermeye çalışmıştır. (Yeri gelmişken yazayım; Cornelia'nın oğluna önerdiği yazarlardan biri de Orhan Pamuk'tur). Annesinin bu baskıcı tavrına, hayatı boyunca maruz kalmak, Barbu'da bir takım problemlere neden olmuştur; hiç bir sorumluluk yüklenemeyen, özgüveni düşük, mutsuz bir profil çizer Barbu. Yine de annesine rağmen bir şeyler yapmaya çalışır. Evden ayrılır, annesinin önerdiği kitapları değil kendi seçtiği kitapları okur, annesine inat, onun onaylamayacağını bildiği çocuklu bir kadınla yaşamaya başlar. Amacı annesinin etkisinden kurtulup, kendi benliğini ortaya koymaktır. Çok sevdiğim bir yazar olan Barış Bıçakçı'nın bir sözü vardır; ''aile bir mayın tarlasıdır, birey olmak için oradan sağ salim çıkabilmek gerekir.'' der. Anlaşılan o ki Barbu bu mayın tarlasından sağ salim çıkamamıştır. Zira bu ilişkisinde de annesinin etkileri görülür; muhtemelen annesinin tavırlarından dolayı aile kavramına inancı kalmayan ve hayatı boyunca hiçbir sorumluluk yüklenmemiş olan Barbu bir çocuğun sorumluluğunu yüklenemeyeceğini bildiğinden, birlikte olduğu kadının çok istemesine rağmen ondan çocuk yapmak istemez, hatta çocuk olması ihtimalinden delice korkar. Bu yüzden de sevgilisi ile ayrılmanın eşiğine gelmişlerdir. Yaptığı kaza sonucu bir çocuğun ölümüne sebep olmuştur, fakat bu olay sonucu yapılması gerekenleri bile kendisi yapmaktan kaçınır. Karşılaştığı her zorlukla kendisi yerine annesi mücadele etmiş olacak ki, bu olayda da annesinin sorunları çözmesini bekler. Kaza sonucu götürüldüğü karakolda, polise verdiği ifade annesi tarafından değiştirilirken dahi, Barbu buna direnmez. Cornelia'nın çocuğuna bu aşırı düşkünlüğü, içinde şefkat olmayan bir çeşit hastalık halini almıştır. Filmin bir sahnesinde; kaza haberini alan Cornelia oğlunun götürüldüğü karakola gider. Burada bir anne olarak ilkin çocuğuna gitmesi ve onu teselli etmesi beklenirken, Cornelia Barbu'nun yüzüne dahi bakmadan direk polislerle muhatap olur. Bu sahne, Cornelia’nın Barbu’ya karşı çok da şefkat duymadığını göstermesi bakımından önemlidir.

Cornelia, sahip olduğu yüksek sosyal statü gereği, çeşitli mevki ve makamlarda birçok insan tanımaktadır. Bu ilişkilerini, oğlunun içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmak için kullanır. Devamlı elinde telefon, birilerini aramaktadır. Tanımadığı, kazaya tanıklık etmiş olanları ise parayla satın alıp, ifadelerini değiştirmelerini sağlamaya çalışır. Paran ve çeşitli makamlarda tanıdıkların varsa kanunlar da senden yana olur. Dünyanın her yerinde geçerli bir kural gibi, burada da zengin güçlüdür, zengin haklıdır, otoriteler ve hatta kanunlar zenginden yanadır. Film bunu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Diğer taraftan çocuklarını kaybetmiş aile, ellerinden hiçbir şey gelmeden, adaletin yerini bulmasını umutsuzca beklemektedirler. Çünkü onlar da çocuklarının ölümüne sebep olan kişinin zengin olduğunu, bir şekilde bu işten sıyrılacağının farkındadırlar. Bu sebeple çocuklarının ölümüne üzülürken bir yandan da bu adaletsizlik karşısında çok agresiftirler. Çocuğu ölen babanın sitem dolu sözleri, yürekleri burkuyor. 

Bir takım gayri meşru yollarla suçunuzu örtbas edebilirsiniz ama vicdanınız sizi asla rahat bırakmaz. Barbu bu olaydan muhtemelen alabileceği en az cezayı alacak veya hiç almayacak. Ama vicdanı Barbu'nun peşini hiçbir zaman bırakmayacak. Filmin finalinde Barbu ölümüne sebep olduğu çocuğun babası ile yüzleşmeye karar verir. Bu kararı annesinin müdahalesi olmaksızın kendi başına alır. Bu Barbu'nun birey olması yolunda attığı çok önemli bir adımdır. Barbu acılı babayla ayaküstü konuşur. Oyuncuların seslerini duymadığımız bu sahnede (böyle bir sahnede, taraflar birbirlerine ne söyleyebilir ki, bence yönetmen bu sahneyi sessiz-sözsüz çekmekle çok isabetli bir karar vermiş ), konuşmanın sonunda iki adamın gönülsüzce tokalaştıklarını görürüz. Bu tokalaşma, acılı babanın, her şeye rağmen Barbu’yu affetmesi olarak değerlendirilebilir. Onca acısına rağmen babanın gösterdiği bu davranış sonrasında Barbu arabaya biner ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Bu döktüğü gözyaşları Barbu'nun sorumluluğunu fark etmesi ve bu yüzden vicdan azabı çekmesi açısından önemlidir. 



Yapım               : 2013 - Romanya

FRAGMAN:


5 Ağustos 2016 Cuma

Festen




Son zamanlarda, özellikle Karaman'da yaşanan çirkin olaylar sonucu, ülke gündeminde yer tutan ve hepimizi fazlasıyla rahatsız eden bir konu; çocuk tacizi/tecavüzü. Böylesine hassas bir konuya sinemanın kayıtsız kalması beklenemez. Farklı yönetmenler bu konuda farklı eserler ortaya koymuşlar. Bu konuda en önemli yapımlara imza atan yönetmenlerin başında Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg gelir. Yönetmen, 1998 yılında Festen (Şölen) ve 2012 yılında ise Jagten (Onur Savaşı) filmlerinde, bu konuyu ustalıkla işler. Bugünkü yazımızın konusu olan film, bunlardan biri; Festen ya da bizdeki adıyla Şölen.

Şölen, Dogma95 kuralları ile yapılmış ilk film olma özelliğine sahip. Dilerseniz filme geçmeden önce Dogma95 nedir,  kısaca bahsedelim.

Dogma95; Danimarkalı yönetmenler Lars von Trier, Thomas Vinterberg, Kristian Levring ve Soren Kragh-Jacobsen tarafından 1995 yılında ortaya konan bir film yapım akımıdır. 10 kuralı vardır; 
1.  Film 35 mm formatında çekilmeli.
2.  Yönetmenin ismi jenerikte geçmemeli.
3.  Tür filmi olmamalı
4.  Çekimler stüdyo dışında, doğal mekanlarda yapılmalı
5.  Film (gereksiz)aksiyon içermemeli, silahla adam öldürme olmamalı
6.   Filmler sesli çekilmeli, fazladan müzik eklenmemeli, dublaj yapılmamalı,
7.  Çekimler omuz kamerasıyla yapılmalı
8.  Film renkli çekilmeli, çekim yapılan yerin doğal ışığından başka ışıklandırma/aydınlatma yapılmamalı.
9.  Filtre kullanılmamalı optik oynamalar yapılmamalı.
10.Film şimdiki zamanda ve belli bir mekanda geçmeli. (örnek olarak 1620 gibi geçmiş ya da 2090 gibi gelecek bir tarihte değil şimdi ki zaman olmalıdır.)
Şölen, babalarının 60. doğum gününü kutlayan varlıklı bir ailenin kutlama yemeği sırasında yaşadıklarını anlatır. Filmin ismi de bu doğum günü için hazırlanan partiden gelir. Tüm günün şölen havasında geçmesi beklenirken, başta ailenin babası olmak üzere tüm davetliler için bu şölen tam bir kabusa dönüşür. Ancak şurası kesindir ki film, seyirci için baştan sona tam bir sinema şölenidir. 


Doğum günü yemeği tüm sıradanlığıyla devam ederken , ailenin büyük oğlu  Christian söz hakkı alıp konuşmaya başlar. Christian’ın konuşması tüm davetlileri ve aynı zamanda filmi izleyen seyirciyi şok eden kısa bir konuşmadır. Bu şok edici konuşma üzerine ortam gerilir, her kafadan bir ses çıkmaya başlar. Fakat konuklar Christian'ın anlattıklarını inandırıcı bulmaz. Ailenin diğer bireylerinin de etkisi ile Christian geri adım atar. O anda seyirci şüpheye düşer; Christian söylediklerinde haklı mıdır yoksa yalan mı söylemektedir? Bir zaman sonra Christian, iddialarını bir adım daha ileri götürerek ve söylemini daha da sertleştirerek, doğru bildiğini savunmaya devam eder. Ailenin diğer fertlerinin karşı açıkmalarına rağmen, bu sefer geri adım atmaz. Christian’ın yalnız verdiği bu mücadele devam ederken, yakın zaman önce intihar eden kız kardeşin (ki bu kızkardeş Christian’ın ikizidir)  ardında bıraktığı intihar mektubu ortaya çıkar, işte bu mektup doğum günü şölenini alt üst edecek niteliktedir. 

Doğum günü partisi boyunca, Christian’ın anlattıklarıyla, ailenin kirli çamaşırları bir bir ortaya dökülürken, konukların olaya tepkisiz kalmaları, bir izleyici olarak beni çok rahatsız etti. Sahip oldukları konumlarını korumak adına ve her şeyin eskisi gibi devam etmesini istemeleri sebebiyle takındıkları bu tavır göz önüne alındığında Şölen, burjuvaziye yapılmış sert bir eleştiri filmidir. Aynı konukların, davetliler arasında bulunan siyahi bir konuğa karşı hal ve davranışları ve ırkçı bir şarkıya bir ağızdan ve coşkuyla eşlik etmeleri de aynı derecede rahatsız edicidir. Yani aynı zamanda Şölen filmi, ırkçılık karşıtı bir filmdir. Doğum günü şölenine katılan tüm o varlıklı insanların, anlatılanlar karşısında üç maymunu oynamaları, bunun tam tersi olarak, doğum günü yemeğini hazırlayan ve servisi yapan mutfak çalışanlarının (ekonomik olarak daha alt seviyede bulunan insanların) Christian’dan yana tavır almaları, bir anlamda otoritenin(babanın) karşısında yer almaları, altı çizilmesi gereken noktalardan biridir.

Filmin yönetmeni olan Thomas Vinterberg, aynı zamanda filmin senaryosunu da yazmıştır. Bir radyo programından, birinci ağızdan duyduğu bir olaydan yola çıkarak yazdığı senaryo çok etkileyicidir. Senaryodaki öne çıkan tüm karakterler derinlikli olup, her birinin filme katkıları çok önemlidir. Karakterleri canlandıran oyuncuların performansları göz kamaştırıcı olup, özellikle Christian rolünde Ulrich Thomsen ve Helge(baba) rolünde Henning Moritzen çok başarılı oyunculuk sergilemişler.

Film yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Dogma95 kuralları ile çekilmiştir. Bu sebeple yer yer karanlık sahneler (ortamın ışığından başka ışık kullanılmaz kuralı gereği) ekrana geliyor. Bu da bazı ayrıntıların kaçmasına neden olabiliyor(Özellikle babanın küçük oğlu tarafından hırpalandığı sahneler). Yine Dogma95 kuralları gereği filmde müzik kullanılmamıştır. Filmin çekildiği ortamdaki sesler dışında ekstra sesler kullanılmamıştır. Çekim omuz kamerasıyla yapılmış olup, bu durum, izleyicinin filme konsantre olmasını kolaylaştıran bir etken olmuştur. Adeta doğum günü yemeğine katılan davetlilerden biri oluyorsunuz. Çoğu kişiye göre Dogma95 akımı, yönetmenleri sınırlayan kurallardır. Belki öyledir. Ama bu film, sanki başka tekniklerle çekilseydi bu kadar büyük bir etki bırakmazdı gibi geliyor bana. Yani yer yer ışığın az olduğu sahneler, omuz kamerasıyla çekilen hareketli görüntüler sonucunda film daha da etkileyici olmuş. Bu belki de senaryosunun Dogma95 akımına uygunluğundandır.


Film ile ilgili son bir not; yönetmen Thomas Vinterberg, hikayeyi bir radyo programında ilk ağızdan dinliyor. hemen senaryosunu yazıp filmini çekiyor. yıllar sonra, hikayeyi anlatan adamla (filmde Christian'a tekabül ediyor) tanıştığında ise adamın olayı uydurduğunu öğreniyor.


Yapım                :1998 - Danimarka, İsveç

FRAGMAN: