
Irkçılık genel olarak çeşitli insan ırkları arasındaki biyolojik farklılıkların kültürel veya bireysel meseleleri de tayin etmesi gerektiğine ve doğal sebeplerle bir ırkın (çoğunlukla kendi ırkının) diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerine hükmetmeye hakkı olduğuna duyulan inanç veya bu değerleri kabul eden doktrindir. Ortaya çıkış nedenleri arasında çoğunlukla ekonomik nedenleri olması yanı sıra düşünsel nedenlere de dayanmaktadır. İnsanlar hangi coğrafyada veya hangi ırka mensup olacağını, hangi anne babanın evladı olacağını tayin edemez. Hal böyle iken, birilerinin ırkını üstün görmesi ve diğer ırkları aşağılaması bana hep çok saçma gelmiştir. Hatta ırkçılığı bir görüş bile değil bir hastalık olarak görmüşümdür. Dünyanın farklı ülkelerinde farklı yönetmenler ırkçılık üzerine çeşitli yapımlar ortaya koymuşlardır. Irkçılık karşıtı bu filmlere örnek olarak, To Kill A Mockingbird(Bülbülü Öldürmek), American History X, Malcolm X, Goodbye Bafana, This İs England, The Help, 12 Yeras A Slave ilk aklıma gelen filmlerdir. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyasının Yahudilere yönelik gerçekleştirdiği soykırımı konu alan filmler de bu kapsamda ele alınabilir; Schindler’s List (Schindlerin Listesi), Life Is Beautiful (Hayat Güzeldir), The Pianist (Piyansit), The Boy İn The Striped Pyjamas (Çizgi Pijamalı Çocuk), God On Trial (Ölümün Soluğu), Amen, İnglourious Basterds (Soysuzlar Çetesi), Nirgendwo İn Africa (Afrikada Bir Yerde). Bu yazımızın konusu, bu filmlerden biri olan American History X’tir.
American History X, ırkçılık karşıtı filmler denince ilk akla gelen filmlerden biridir. Senaryosuyla, kurgusuyla, oyunculuklarıyla unutulmaz filmler arasında yerini almıştır. Edward Norton büyüleyici bir performans sergiliyor. Norton fiziksel olarak bu film için uygun hale gelebilmek adına üç ay boyunca çalışmış ve toplam 15 kilo kas yapmıştır. Sadece fiziksel olarak değil, tavır ve davranışlarıyla, bakışlarıyla, jest ve mimikleriyle de oyuncu rol yapmıyor adeta yaşıyor. Ünlü aktör bu performansı ile 1999 yılındaki Oscar Ödüllerinde en iyi aktör dalında adaylık kazanmıştır. Fakat ödülü, yine bir ırkçılık karşıtı film olan Life İs Beautiful filmindeki oyunculuğu ile Roberto Benigni’ye kaptırmıştır. Aynı yıl adaylar arasında Saving Private Ryan (Er Ryan’ı Kurtarmak) filmindeki rolü ile Tom Hanks’in de olduğunu hatırlatarak ve hem Tom Hanks’i hem de Roberto Benigni’yi çok beğendiğimi ifade ederek söylemeliyim ki, Edward Norton’ın ödülü daha çok hak ettiğini düşünüyorum. Bence Akademi Norton yerine Benigni’ye ödülü vererek daha önce de defalarca yaptığı gibi yine yanlış bir karar vermiştir.
Filmin konusu kısaca şöyledir; Derek Vinyard (Edward Norton), babası zenciler tarafından öldürülen bir Neo-Nazi'dir. Bir gün arabasını soymaya çalışan üç zenciyi acımasızca öldürür ve tutuklanarak hapse gönderilir. Derek, hapiste kaldığı sürede ırkçı düşüncelerini sorgulamaya başlar ve iyilikle kötülüğün her ırkın içinde var olduğunu fark eder. Derek’in kardeşi olan Danny(Edward Furlong) de ırkçı fikirler taşımaktadır. Yaşadıklarından ders alan Derek, hapisten çıkınca Danny'ye doğru yolu göstermeye çalışacaktır.
Filmimizin kahramanı Derek, bir Neo-Nazi’dir. Neo-Nazizm, II. Dünya Savaşı'ndan sonra nasyonal sosyalizmi yeniden canlandırmak ve bu amaçla nasyonal sosyalist yönetimleri demokratik veya silahlı yollarla başa geçirmeyi hedefleyen veyahut nasyonal sosyalizmi savunan tüm siyasî hareket ve düşüncelere verilen ortak isimdir. Amerika’daki Neo-Naziler beyaz ırkın üstün olduğuna inanırlar. Neo-Naziler çoğunlukla siyah giyinirler ve kafaları dazlaktır, Derek gibi.
American History X filmini iki bölümde almak gerekir; İlk bölüm(geçmiş zaman) Derek’in bir Neo-Nazi olduğu, ikinci bölüm(günümüz) ise bu fikirlerinden vazgeçtiği bölüm. Bu iki bölümü, hapishane ayırmaktadır. Yönetmen bu iki bölümü kronolojik olarak değil, karışık olarak vermektedir. Yani film önce ilk bölüm, sonra hapishane sonra da ikinci bölüm olarak ilerlemiyor. İlk bölüm siyah beyaz ve flash-backler şeklinde aktarılırken, ikinci bölüm ise günümüzde geçmekte ve renklidir. İlk bölümün siyah beyaz verilmesi, hikâyeyi takip etme noktasında çok isabetli bir seçim olmakla birlikte kanaatimce bu seçim sadece hikâyenin kolay takip edilmesi amacıyla yapılmamıştır. Bana göre, ilk bölüm siyah beyazdır çünkü ırkçı fikirlere sahip insanlar için ya siyah ya da beyaz vardır.(Burada kastettiğim insanların ten renkleri değildir.) Onlar için diğer renkler yoktur. Beyazsan dostsun siyahsan düşmansındır. Bu insanlar sadece kendilerine değil çevrelerindeki herkes için hayatı çekilmez hale getirirler. Filmde Derek üzerinden anlatılan da tam olarak budur. İlk bölümde şiddet eğilimli, agresif, kavgacı bir ırkçı olan Derek hem kendine hem de ailesine büyük zararlar verir. Filmin ikinci bölümünde ırkçı fikirlerinden arınan Derek daha insancıl, daha pozitif biri olmuştur. Aileye bir nebze de olsa bir huzur gelmiştir. Artık yüzler gülmeye, umutlar yeşermeye başlamıştır. Derek hem kendi hayatına hem de çevresindeki insanların hayatına renk katmaya başlamıştır.
İlk bölümdeki Derek ile ikinci bölümdeki Derek arasında çok büyük farklar vardır. Fiziksel olarak çok büyük bir değişiklik yoktur; sadece dazlak iken saçlı hale gelmiştir.(Çünkü dazlak olmak bir anlamda Neo-Nazi olmakla eş anlamlıdır.) Asıl değişiklik düşünsel manadadır. Bu değişikliklerin sebebi hapishanede geçirdiği üç yıldır. Hapishane, Derek’in hayatında çok önemli bir yer tutar. Derek yaşadığı bir takım olaylar sonucunda, savunduğu fikirlerin ne kadar yanlış olduğunu burada fark ediyor. Kendisiyle aynı fikirdeki dazlaklarla zaman geçiren Derek, bu adamların Meksikalılarla uyuşturucu işinde olduğunu görüyor. İlk uyanış belki de o zaman oluyor. Derek bunu çok yanlış buluyor. Ona göre uyuşturucu zencilerin işidir, bir beyaz asla uyuşturucuya bulaşmaz. Derek’in dönüşümündeki önemli bir diğer etmen, çamaşırhanede beraber çalışmak zorunda kaldığı geveze zenci Lamont (Guy Torry)’tur. Lamont televizyon çalmaya çalışırken polise yakalanmış, boğuşma sırasında elindeki televizyonu polisin ayağına düşürmüş, bunun sonucunda da altı yıl ceza almıştır. Derek böyle bir suçtan altı yıl cezanın çok adil olmadığını düşünür. Derek, Lamont’u tanıdıkça Onun ve hatta zenci tüm insanlar hakkındaki önyargıları yıkılır. Zamanla çok iyi dost olurlar. Derek’in dönüşümünde bardağı taşıran damla ise banyoda uğradığı saldırıdır. Saldırı sonrası revirde tedavisi sırasında, eski öğrencisi olduğu lisenin müdürü Onu ziyaret eder. Ziyaret sırasında müdürün şu sorusu Derek’i sarsar ve kendine getirir : ’’Yaptıkların sana daha iyi bir yaşam sundu mu?’’ Müdür gitmeden ona bir takım kitaplar da bırakır. Geri kalan zamanlarında bu kitapları okuyan Derek, hapishaneden çıktığı zaman artık dönüşümünü tamamlamıştır. O artık farklı biridir.
Derek hapishaneden çıktıktan sonra kendini bir takım sorunların ortasında bulur. İlk olarak daha önce birlikte hareket ettiği arkadaşlarından kopması gerekiyor. Daha sonra ekonomik olarak zor durumda bulunan ailesini düze çıkarması gerekiyor. Ve belki de en önemlisi, kardeşi Danny’nin kendisinin yaşadığı sıkıntıları yaşamaması için Ona yardım etmek olmak zorundadır. Yani Derek’i oldukça zorlu bir süreç beklemektedir.
Filmin sonlarına doğru, Danny kendisine verilen ödevi (ki filmin ismi de bu ödevden gelir, Danny hazırladığı ödeve American History X ismini vermiştir.) tamamlarken şöyle bir şey yazar: “öfke bir yüktür. Hayat sürekli kızgın yaşanmayacak kadar kısadır. Buna kesinlikle değmez. Abim Derek bir yazıyı alıntıyla bitirmek iyidir der. Birileri zaten senin söyleyeceğini en iyi şekilde söylemiştir. Daha iyisini yapamıyorsan onlarınkini alır ve yazını etkileyici şekilde bitirirsin’’ deyip bir alıntı ile ödevini tamamlar. Biz de yazımızı bu alıntı ile tamamlayalım: “Biz düşman değiliz, dostuz. Düşman olmamalıyız. Hırslarımız zorlayabilir ama yürek bağlarımızı koparamaz. Hafızamızın gizemli yolları tekrar aşıldığında canlanacak ve tabiatımızın iyi yönlerinin yanında olacaktır.”(Abraham Lincoln)