24 Eylül 2014 Çarşamba

Autumn Sonata


Orjinal adı Höstsonaten olan Güz Sonatı, İngmar Bergman'ın en beğendiğim filmlerinden biridir.

Umursamaz bir anne ile anne ihmali yüzünden sevgisiz ve mutsuz bir çocukluk geçiren kızının yıllar sonra görüşmesi/hesaplaşması çok çarpıcı bir şekilde anlatılıyor. gerek renkleri ile gerekse müzikleri ile çok iyi bir film. Özellikle diyaloglar çok başarılı.  Her bir cümle şiir gibi, bir çok anlam taşıyor. neredeyse gereksiz tek bir söz bile yok. Diyaloğa dayalı ilerlemesine rağmen, seyirciyi sıkmayan son derece akıcı bir anlatıma sahip. Karakterlerin yalnız kaldıklarındaki düşünceleri ve tavırları ile bir arada iken takındıkları tavırlar çok farklı. Bu insanın her zaman düşündüğü gibi hareket edemediğine, çoğu zaman  rol yaptığına iyi bir örnek olmuş.

Aile ilişkiler üzerine önemli mesajlar veren filmde Liv Ullmann ile İngrid Bergman başrolleri paylaşıyorlar İkisi de o kadar iyi oynuyorlar ki hangisi daha iyi karar veremedim. Ayrıca bu filmdeki haliyle İngrid Bergman, bir kadının ne kadar güzel yaşlanabileceğine çok iyi bir örnek teşkil ediyor.

Filmde çok güzel replikler var. Onlardan biri ile bitirelim:
''Sınırlara inanmamız korku ve ukalalıktan, hiç bir sınır yoktur, ne duygulara ne de düşüncelere. Sınırları koyan korkularımız ve endişelerimizdir.''


Yapım                : 1978 - İsveç, Fransa, Almanya


FRAGMAN:




20 Eylül 2014 Cumartesi

İznik Gölünde Gün Batıyor





Belli zaman aralıkları ile çekilmiş toplam 38 fotoğraftan oluşmaktadır.

15 Eylül 2014 Pazartesi

Beed-e Majnoon (Söğüt Ağacı)



Beed-e Majnoon (Söğüt Ağacı), İran Sineması'nın dünya çapında tanınan, benim de en sevdiğim yönetmenlerinden biri olan Majid Majidi'nin, en önemli filmlerinden biridir. Majidi bu filmde, İranlı ödüllü aktör Parviz Parastui ile çalışmıştır.

Yusuf (Parviz Parastui) 8 yaşından beri, geçirdiği bir kaza sonucu gözleri görememektedir. Ancak bu durum ona engel olmamış. Braille alfabesi ile eğitimine devam etmiş ve sonunda üniversitede edebiyat profesörlüğüne kadar yükselmiş. Sosyal hayatında da çok sevilen, sayılan bir kişi olan Yusuf evli ve dünyalar şirini bir kızın babasıdır. Ailesi ile vakit geçirmekten çok hoşlandığı bahçeli bir evi vardır. Kısacası çoğu görebilenin yaşayamayacağı bir hayat yaşamaktadır Yusuf.  Küçük yaşta geçirdiği kazaya rağmen Allah'a isyan etmemiş bilakis devamlı dua etmektedir.

Kırk yıl boyunca göremeyen Yusuf için, her şey yolunda olsa da görmek bir uhde olarak kalır içinde. Ve bir gün Yusuf'un tekrar görebileceği umudu ortaya çıkar. Yusuf büyük bir heyecan ve umutla Paris'e uçar. Ameliyattan önce Yusuf karışık duygular içindedir. Bir yandan heyecan bir yandan da korku duymaktadır. Kırk yıl sonra görmek, O'na neler getirecek O'ndan neler götürecek bunu bilememenin tedirginliğini yaşar.
Nihayet ameliyat başarılı geçer ve Yusuf tekrar görmeye başlar.

Ülkesine dönen Yusuf büyük bir kalabalık tarafından karşılanır. Müziği ile, Parviz Parastui'nin üstün performansı ile bu sahne, filmin en güzel sahnelerinden biridir. Özellikle kırk yıldır göremediği annesini uzaktan görüp tanıdığı sahne muhteşemdir.

Yusuf, yeni bir hayata başlamıştır. Şimdi, okuma-yazma, hatta renkler dahil hiçbir şey bilmemektedir. (Bildiği her şeyi Braille alfabesi ile öğrenmişti.) Bir iç hesaplaşma yaşamaya başlar. Kırk yıl boyunca yaşadıklarının haksızlık olduğunu düşünür. Bundan böyle hak ettiği bir hayatı yaşamak ister. Öte yandan, genç ve güzel bir akrabası olan Meryem'e gönlünü kaptırmıştır. (Ne var ki Meryem'in başka bir sevdiği vardır.) Artık ailesi ile özellikle küçük kızı ile ilgilenmez olur. Bu durumun farkına varan eşi, ihanetini af etmez ve kızını da alıp O'nu terk eder. Annesi hastalanır ve hayatını kaybeder. Gözleri göremediği dönemlerde hergün Allah'a dua eden Yusuf artık dua etmeyi de bırakmıştır. Büyük bir çöküntü yaşar. Evdeki Braille Alfabesi ile yazılmış bütün kitaplarını bahçeye atar ve ateşe verir. Yusuf, görmezken sahip olduğu her şeyi, ailesini, annesini, ilmini ve işini kaybeder. Şimdi görüyor ancak hiçbir şeye sahip değildir. Çok geçmeden gözleri tekrar göremez olur.

İnsan gerçekte ne zaman kördür? Gözleri gören biri, her gerçeği görür mü? Majid Majidi bu sorulara ustalıkla yanıt veriyor. Yusuf görmezken duyuları ve algıları daha açıktı. asıl körlüğü görmeye başladıktan sonra yaşamaya başlıyor. Yusuf rolünde Parviz Parastui üstün bir performans sergilemiş. Filmi tek başına almış götürmüş. O kadar inandırıcı oynuyor ki filmin başındaki sahnelerde gerçekten görmeyen biri olduğu sanılabilir.



ajid Majidi
   ,   ,   ,  
Yapım                : 2005 - İran


FRAGMAN:



12 Eylül 2014 Cuma

East Of Eden



James Dean, sinema tarihinin en bahtsız oyuncularından biri. Çok kısa bir kariyeri olmasına rağmen büyük bir şöhrete kavuşan ve Marlon Brando ile  kıyaslanan Dean ne yazık ki çok genç yaşta (daha 25 yaşında iken) 1956 yılında geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. James Dean üç filmde baş rol oynadı: East Of Eden(Cennetin Doğusu-1955), Asi Gençlik (1955) ve Giant(Devlerin Aşkı-1956). (Giant filmindeki başarısıyla ölümünden sonra oskara aday gösterildi). Bu filmler içerisinde Benim en çok sevdiğim film East Of  Eden filmidir.

East of Eden çok iyi bir film. Aile kavramı, ebeveynlerin çocukları ile olan ilişkileri ve kardeşlerin birbirleri ile olan ilişkileri üzerine sağlam mesajlar veriyor. Buradaki babayı, Bülbülü Öldürmek  (To Kill A Mockingbird) filmindeki Avukata benzettim. Evlatlarına karşı devamlı iyiyi ve doğruyu öğütleyen bir baba, şunun gibi;
''İnsan seçim yapar, onu hayvandan ayıran budur.'' ya da ''bana iyi bir hediye vermek istiyorsan, iyi bir hayat sür''. Anne ise çocuklar tarafından öldü bilinse de aslında kocası ile anlaşamadıklarından (bana göre bunun sebebi adamın kadın için fazla iyi olması), eşini ve çocuklarını terk etmiş ve kendine yeni bir hayat kurmuştur. Kendince doğru karar verdiğini düşünmektedir. Çünkü şimdi çok paralar kazanmış ve istediği hayatı yaşamaktadır. 

Cal (James Dean) ailenin asi bireyidir. herkesle, özellikle de babası ile çatışma halindedir. Cal Babasından kendisini sevmesini istemektedir. doğum gününde babasına para vermek istemesi de bunun göstergesidir. bir anlamda babasından sevgisini satın almak istemektedir. Cal annesiz büyümüş ve babası tarafından sevilmediğini düşünmektedir, bu da onun neden asi olduğunu açıklıyor. James Dean gerek bu filmdeki Cal rolü ile gerekse Asi Gençlik filmindeki Jim Stark rolüyle o dönem gençlerin idolü haline geldi, dönemin asi genç imajının oluşmasında belirleyici oldu. Buna karşın abisi Aron (Richard Davalos) uysaldır. Derslerinde başarılı ve her açıdan örnek gösterilecek bir çocuktur. bu sebepten babasının ilgisine mazhar olur. Yani Cal ile zıt kutuplarda bir genç. 

East of Eden, bir bakıma James Dean efsanesinin başlamasını sağlayan yapımdır. bu durum filmi daha da değerli kılmakta.





Yapım                 :1955 - ABD




FRAGMAN:


8 Eylül 2014 Pazartesi

Tarihi/Mimari Yapılar

İznik İstanbul Kapı

İznik Lefke Kapı

Siverek Halk Kütüphanesi

Antalya Yivli Minare

Antalya Üçkapılar (Hadrian Kapısı)

Antalya Kesik Minare

Bursa Ulucami

Diyarbakır Ulucami

Erzurum Yakutiye Medresesi

Erzincan Terzibaba Camii

Erzurum Çifte Minareli Medrese
İznik Yeşil Camii

4 Eylül 2014 Perşembe

Emil Jannings



Emil Jannings, 23 Temmuz 1884 İsviçre doğumlu, Alman sinema oyuncusudur. Sessiz sinema döneminin en önemli sinema starıdır. 1910 yılından 1940'a kadar aktif olarak sinemayla uğraştı ve yaklaşık 80 filmde rol aldı. 1920'li yıllarda dünyada, sinemanın en büyük oyuncusu olarak kabul ediliyordu. 1920'lerin sonunda Almanya'dan  Hollywood'a gitti. Paramount şirketi ile kontrat imzalayan Jannings, burada arka arkaya çektiği iki film olan The Way Of All Flesh (1927) ve The Last Command (1928) 


filmleri ile En İyi Erkek Oyuncu Oskarını kazandı. Oskar ödülleri ilk kez o yıl (1928) verilmeye başlandı. Emil Jannings bu ödülü ilk alan oyuncudur.

Sessiz sinemanın bitip sesli sinemanın başlamasıyla Emil Jannings Amerika'dan Almanya'ya geri dönmek zorunda kaldı, çünkü ingilizceyi koyu bir Alman aksanıyla konuşuyordu. bu da söylediklerinin ekrandan anlaşılmasını zorlaştırıyordu. 

1930 yılında Kariyerinde önemli bir yere Sahip olan The Blue Angel filminde oynadı. 


Bu filmde başrolü, o zamanlar henüz fazla tanınmayan aktris Marlene Dietrich ile birlikte paylaştı. Film Marlene Dietrich için çıkış filmi olurken, Jannings için ise düşüşün başlangıcı olur. Bir anlamda The Blue Angel sanatçının oynadığı son iyi filmdir denebilir.

Almanya'da Nazilerin iktidara gelmesi ile bir çok sanatçı Nazilere karşı muhalif olup ülkeyi terketmek zorunda kaldılar. Emil Jannings ise Nazilerden taraf tavır alarak onların propagandasını yapan filmlerde oynadı. Bu onun en büyük hatası oldu. Çünkü Nazilerin iktidarı sırasında her ne kadar ilgi görüp devlet sanatçısı olsa da Nazilerin iktidardan düşmesi ile O da gözden düştü. Bir daha asla film yapamadı. 3 Ocak 1950'de Avusturya'daki çiftliğinde, kanserden dolayı hayatını kaybetti. 

Emil Jannings'in oynadığı filmlerden bir kaçı;

1- Son Adam (1924)
2- Faust: Bir Alman Halk Hikayesi (1926)
3- The Way Of All Flesh (1927)
4-  The Last Command (1928)
5- The Blue Angel (1930)

2 Eylül 2014 Salı

Luis Buñuel

Otoriteler tarafından, sinema tarihinin en etkili yönetmenlerinden biri olarak kabul edilen Luis Bunuel, 1900 yılında İspanya'da doğdu.

Madrid Üniversitesinde Doğal Bilimler ve Ziraat okurken, önce mühendislik daha sonra da psikoloji bölümüne geçmiştir. Burada Salvador Dali ile tanıştı. Luis Bunuel'in eserlerinde Salvador Dali'nin belirgin bir etkisi olmuştur. Denebilir ki resimde Salvador Dali neyse Sinemada da Luis Bunuel odur.  Bu iki büyük sanatçı da Sürrealizm konusunda, kendi alanlarında çok önemli eserler vermişlerdir. Ayrıca birlikte çalışmaları da olmuştur; 1929 yılında içinde meşhur göz bebeği kesme sahnesi olan ve bir sürrealizm klasiği olarak kabul edilen Bir Endülüs Köpeği, Dali ve Bunuel'in ortak yapımıdır.

Luis Bunuel, filmlerinde çoğunlukla burjuvaziyi eleştirir. Din, yönetmenin işlediği bir diğer temadır. Başyapıt denebilecek birçok film yapan Luis Bunuel'in en çok birlikte çalıştığı aktör Fernando Rey'dir. İşte ustanın filmlerinden bir kaçı:

1- Le Fantome De La Liberte (Özgürlük Hayaleti)



Yapım                 : 1974 - Fransa, İtalya







Özgürlük Hayaleti, çok özgün bir senaryoya sahip olup, Luis Bunuel'in en önemli filmlerinden biridir. Çok önemli bir sahne olan yemek masası etrafında insanların klozetlere oturup sohbet ettiği, yemek yemek için ise tuvalete gittikleri sahne bu filmdedir. filmin bir diğer önemli sahnesi ise çocuğun kaybolduğu(!) sahnedir. Yer yer güldüren çokça şaşırtan bir filmdir. Özgürlük için ölenleri ve öldürülenleri duymuş ve filmlerde izlemiştim(ör. Bravevheart) ama kahrolsun özgürlük diyenin kurşuna dizildiğini bu filmde gördüm.


2- Viridiana




Yapım                 :1961 - meksika, İspanya







Viridiana, şimdiye kadar izlediğim en iyi Luis Bunuel filmi. senaryo çok başarılı. oyunculuklar başta Fernando Rey olmak üzere çok iyi. Yalnız Fernando Rey'in ölümü ile filmden çıkması, maçta en iyi oynayan oyuncunun kırmızı kartla oyundan atılması gibi bir duruma sebep oldu.


Filmde, dinle ilgili olarak çok çarpıcı mesajlar var. Hz İsa'nın çalıdan tacının ateşe atılması, 12 Havari ile son akşam yemeği sahnesi, Viridiana'nın onca iyiliklerine rağmen, iyilik yaptıkları kişilerin nakörlüğü, Jorge (Francisco Rabal)'ın arabanın arkasına bağlı diye acıyıp satın aldığı köpekle daha yerinden ayrılmadan aynı yerden başka bir köpeğin başka bir arabanın arkasında bağlı olduğu sahne, Viridiana'nın filmin sonunda Jorge ile kağıt oynaması, aklımda kalan sahnelerden bir kaçı.

bir not: Viridiana'yı Aydan Şener'in Çalıkuşu'nda oynadığı Feride karakterine çok benziyor (bence)


3- Burjuvazinin Gizli Çekiciliği

4- Arzunun O Belirsiz Nesnesi

5- Belle De Jour (Gündüz Güzeli)6- Los Olvidados

7- L'age D'or

8- Tristana (Seni Sevmeyeceğim)

9- Nazarin

10- Çöllerin Simon'u


Luis Bunuel, Arzunun O Belirsiz Nesnesi filmi ile sinemayı bıraktı(1977). 1983 yılında Mexico City'de öldü.