26 Şubat 2015 Perşembe

Billy Wilder


Billy Wilder 22 haziran 1906 yılında Viyana'da Yahudi bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Hukuk eğitimini yarıda bırakan Wilder Berlin'de serbest gazeteci olarak çalıştı. İlk olarak 1929’da Robert Siodmak’ın Menschen am Sonntag (Bir Pazar Gününde İnsanlar, 1930) adlı filminin senaryosunu yazdı. Bu filmin başarısı, Avusturyalı gencin aranan bir senaryo yazan olmasını sağladı.

Nasyonal Sosyalistlerin 1933’te iktidara gelmesinden sonra Wilder Almanya’yı terk ederek Fransa üzerinden ABD’ye geldi. Almanya’da kalan akrabaları toplama kamplarında öldüler. ABD sinema dünyasında adını duyurması 1938 yılına rastlar. Önceleri senaryo yazarlığı ile ismi duyulan Wilder ilk yönetmenlik tecrübesini 1942 yılında The Majör and the Minör filmi ile yaşadı. Bir yıl sonra yönettiği Double Indemnity (Çifte Tazminat) adlı polisiye filmiyle ilk kez üne kavuştu. Bu film, Film-noir türünün en iyi örneklerinden biridir. Bu filmde eşine sadakatle bakan hayat arkadaşı olarak mitleşen Amerikalı kadını, para hırsıyla kıvranan çıkarcı soğuk bir yaratık olarak göstermekle, bilerek tahtından indirdi. Daha sonra aralarında Sunset Bulvarı, Bazıları Sıcak Sever gibi başyapıtların da olduğu çok önemli yapıtlara imza attı.

Filmleriyle 21 kere Oscara aday olan Wilder, bu ödülü 7 kez kazanmıştır. Wilder, 27 mart 2002 yılında 95 yaşındayken hayatını kaybetti.

Billy Wilder’ın Hollywood ve sinemacılık üzerine 3 altın sözünü bugün halen geçerliliğini koruduğu için alıntılıyoruz. Billy Wilder Der ki…

1) Eskiden  filmler sadece film yapmak isteyen kişilerce çekilirdi, çünkü bu insanlar yaptıkları işi severlerdi. Hatta o eski ve değerli stüdyo kodamanlarından nefret etmeyi bile severdik. Bugün onları özlüyoruz, çünkü sinemaları kontrol eden insanlar her yıl daha da iğrençleşiyor. Şimdi de “yarının insanları” çıktı.

2) Bu insanlar kravat, film ya da prezervatif de satıyor olabilirlerdi; onlar için hepsi aynı şey. Hollywood artık film çevirmekle ilgilenmiyor. Para kazanmakla, daha çok para kazanmakla ilgileniyor. Her şey satışla ilişkilendirilir hale geldi. Satıcı ya da dilenci olmaya mecbur kalıyoruz. Teneke bardakla dilencilik yapmakta hiçbir zaman iyi olmadım. Ben, filmin kendisinin filmin pazarlamasından, fragmanından daha önemli olduğu dönemlerde filmler çevirdim.

3) Benim de filmlerimin satılması için soytarılık etmem gerekiyor; çünkü benden beklenen bu.

Billy Wilder'in en önemli filmleri:




  • Sunset Boulevard   (Sunset Bulvarı)
  • Some Like It Hot   (Bazıları Sıcak Sever)
  • Double İndemnity   (Çifte Tazminat)
  • The Apartment   (Garsoniyer)
  • Stalag 17   (Casuslar Kampı)
  • Witness For The Prosecution   (Beklenmeyen Şahit)
  • The Lost Week End   (Yaratılan Adam)
  • Sabrina
  • The Seven Year İtch   (Yaz Bekarı)
  • Irma La Douce   (Sokak Kızı İrma)

23 Şubat 2015 Pazartesi

87. Oscar Ödülleri



87. Oscar Ödülleri’nde kazananlar belli oldu. Geceye damgasını vuran Birdman ve The Grand Budapest Hotel 4 dalda, Whiplash 3 dalda ödül kazandı. Boyhood ise (sadece oyunculuk dalında) tek ödül alarak hayal kırıklığı yaşadı.


İŞTE KAZANANLAR:

En İyi Film: Birdman

Yabancı Dilde En İyi Film: Ida (Polonya)

En İyi Yönetmen: Alejandro González Iñárritu  (Birdman)

En İyi Özgün Senaryo: Birdman

En İyi Uyarlama Senaryo: The Imitation Game

En İyi Kadın Oyuncu: Julianne Moore  (Still Alice)

En İyi Erkek Oyuncu: Eddie Redmayne  (The Theory of Everything)

İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Patricia Arquette  (Boyhood)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: J.K. Simmons  (Whiplash)

En İyi Kurgu: Whiplash

En İyi Görüntü Yönetimi: Birdman

En İyi Yapım Tasarımı: The Grand Budapest Hotel

En İyi Özgün Müzik: The Grand Budapest Hotel

En İyi Özgün Şarkı: Glory  (Selma)

En İyi Kostüm Tasarımı: The Grand Budapest Hotel

En İyi Makyaj ve Saç: The Grand Budapest Hotel

En İyi Görsel Efekt: Interstellar

En İyi Ses Kurgusu: American Sniper

En İyi Ses Miksajı: Whiplash

En İyi Kısa Metraj Film: The Phone Call

En İyi Kısa Metraj Belgesel: Crisis Hotline: Veterans Press 1

En İyi Animasyon: Big Hero 6

En İyi Belgesel: Citizenfour

En İyi Kısa Metraj Animasyon: Feast

18 Şubat 2015 Çarşamba

Stanley Kubrick

Stanley Kubrick (1928-1999), Amerikalı yönetmen. 20. yüzyılın çıkardığı en iyi yönetmenlerden olan Kubrick, teknik kusursuzluk arayışı, entelektüel sembolizmi, efsanevi mükemmelciliği ve ince detaylarıyla tanındı.

Kariyerine New York'un Look dergisine amatör fotoğraflar çekerek başlayan Kubrick, kısa zamanda Look dergisinin fotoğrafçılarından biri oldu. İzlediği filmlerden çok daha iyisini yapabileceğine inanarak yönetmenlik yapmaya başladı. İlk filmleri, Fear and Desire, Killer's Kiss ve The Killing ile kendisini ispatladı. Paths of Glory ve Spartacus ise onun iyi yönetmenler arasındaki yerini almasını sağladı. 1960'lı yıllarda Lolita filmini çekmek üzere İngiltere'ye giden Kubrick, yaşamının geri kalanını bu ülkede geçirdi. Dr. Strangelove, satirik Komedya'nın sinemadaki önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir. Ancak Stanley Kubrick'i 20. yüzyılın en önemli yönetmenlerinden biri yapan, 1968 MGM Cinerama prodüksüyonu olan 2001: A Space Odyssey ve 1971 yapımı A Clockwork Orange'dır.

William Makepeace Thackeray'in bir romanının sinemaya uyarlanması olan Barry Lyndon , Jack Nicholson'ın oynadığı The Shining, yaklaşık 7 yıl çalıştığı savaş filmi Full Metal Jacket ve son anda yapmaktan caydığı A.I.:Artificial Intelligence (Yapay Zeka), Kubrick efsanesini sürdüren filmler oldular. Arthur Schnitzler'in Traumnovelle romanından uyarlanan ve Tom Cruise ile Nicole Kidman’ın oynadıkları Eyes Wide Shut'ı bitirdikten birkaç gün sonra ölen Kubrick, Childwickbury Manor, Hertfordshire, İngiltere'de toprağa verilmiştir.

Kubrick'ten İnciler:

"Bence okullarda yapılan en büyük yanlış, çocukları korkuyla motive ederek bir şey öğretmeye çalışmaktır. not alma korkusu, sınıfta kalma korkusu gibi. bir konuya ilgi duyarak öğrenmek ile, korku ile bir şeyi öğrenmek arasında nükleer bir patlama ile bir kıvılcım kadar fark vardır."

"Okulda bulunduğum süre boyunca hiçbir şey öğrenmedim ve 19 yaşıma kadar kendi isteğimle bir kitap okumadım."

"Eğer Leonardo, Mona Lisa tablosunun altına şöyle yazsaydı ona nasıl değer verebilirdik ?: "hanımefendi gülümsüyor çünkü sevgilisinden sakladığı bir sır var" bu izleyiciyi gerçeğe zincirlerdi ve ben bunun 2001'e (space odyssey) olmasını istemiyorum."

"Belki saçma gelecek ama genç yönetmenlere önereceğim şey ellerine bir kamera ve film alıp, herhangi bir konuda film çekmeleridir."

"Eğer bir şey yazılabiliyor veya düşünülebiliyorsa, filme çekilebilir."

"Suçlulara ve sanatçılara karşı garip bir zaafım var, her ikisi de hayatı olduğu gibi kabul etmiyor. her hazin hikaye, gerçek hayattaki olaylarla çelişki içinde olmalı."

"Birçok insanın normal görünmek için gerçek olmayan bir dizi pozlar verdiği, bir tür gri hiçliği kabul ettiği bu dünyada, suçlu ve asker en azından bir şeye karsı yada birşeye taraf olma meziyetini gösteriyor. kimin daha fazla fesatla uğraştığını söylemek zor -suclu, asker, veya biz."

En İyi Stanley Kubrick Filmleri:






  1. Dr Stranglove  (1964 )   (Dr Garipaşk)
  2. 2001: A Space Odysses (1968)   (2001 Bir Uzay Macerası)
  3. A Clockwork Orange (1971)   (Otomatik Portakal)
  4. Barry Lyndon (1975)
  5. The Shining (1980)    (Cinnet)
  6. Full Metal Jacket (1987) 
  7. Eyes Wide Shut (1999)   (Gözleri Tamamen Kapalı)



13 Şubat 2015 Cuma

Konusu Müzik Olan Filmler

Sinemada müzik çok önemli bir rol oynar. Müzik çoğu filme bir derinlik ve anlam bütünlüğü katar. Bazı filmlerde müzik o kadar önemlidir ki filmi tamamlayan asıl öğelerden biri hatta filmin önemli bir karakteri, bir oyuncusu olur. Bu filmlerden müzik çıkarılırsa geride film adına pek bir şey kalmaz. Burada bahsedeceğimiz filmler, film müzikleri ile akıllarda yer etmiş filmler değil. Örnek olarak ''Bir Zamanlar Amerikada'', ''iyi, Kötü, Çirkin'',''Titanic'', ''Leon''  Krzysztof Kieslowski'nin neredeyse tüm filmlerinin müziklerini yapan Zbigniew Preisner'in müziklerini yaptığı filmler, Türk Sinemasından ''Selvi Boylum Al Yazmalım'' gibi filmler bu kapsamın dışındadır. Burada ölçü, müziğin filmin konusu ile direkt bağlantılı olması ve yukarıda da dediğimiz gibi, filmden müzik çıkarılınca filmin eksik kalması. Sözkonusu filmler uzun bir liste oluşturur ama biz bir kaçını örnek olarak vereceğiz.

ONCE:



İrlandalı müzik grubu The Frames’den Glen Hansard’ın başrolde oynadığı film, çok düşük bütçeli ama bir o kadar da samimi bir yapım. 2006 yılının En İyi Müzik Oskarı'nın da sahibi. Albüm yapma hevesinde olan Dublinli bir adamla göçmen bir kızın olaylı bir haftasını anlatan Once, bu ikilinin bu zaman dilimi içinde şarkılarını yazmalarını, provalarını yapmalarını ve şarkılarını kaydetmelerini mütevazı ve içten bir şekilde aktarıyor. Yönetmeni John Carney.

BEGİN AGAİN:


Yönetmen John Carney'in bir diğer müzik konulu filmi Begin Again. Filmde ünlü olan (müzisyen)sevgilisinden ayrılan ve bu sebepten çok mutsuz olan Gretta'nın, şans eseri tanıştığı bir yabancının yardımıyla müzik konusunda hayallerini gerçekleştirmeye çalışması konu ediliyor. Keira Knightley ve Mark Ruffalo baş rolleri paylaşıyor.

THE LEGEND OF 1900:






Ünlü İtalyan yönetmen Giuseppe Tornatore'nin yönettiği Tim Roth ve Pruit Taylor Vince'in baş rol oynadığı filmde, tüm hayatı bir transatlantikte geçen ve hiç karaya ayak basmamış bir adamın hikayesi anlatılır. Kahramanımız gemide bulduğu piyano ile müziğe ilgi duymaya başlar.Zamanla piyanoda çok ustalaşır. Özellikle filmdeki piyano düellosu muhteşemdi.




THE BROKEN CİRCLE BREAKDOWN:




Felix Van Groeningen'in yönettiği filmde; Elise ve Didier farklılıklarına rağmen ilk görüşte birbirlerine aşık olurlar. Birbirlerini hayranlıkla dinlemektedirler. Didier romantik bir ateist, Elise ile gerçek bir dindardır. Ne zaman ki kızları ciddi bir hastalığa yakalanır, o zaman aşklarını yargılamaya başlarlar. Bu filmde müzikler o kadar iyi ki filmden sonra da ara ara açıp dinlemek istersiniz. Özellikle ''ıf ı needed you'' şarkısı.


İNSİDE LLEWYN DAVİS:





Coen Kardeşler'in yine bir dönem dramasına imza attıkları Inside Llewyn Davis, 1960'lı yılların New York'unda geçiyor. 1960'lı yılların başında Greenwich Village, folk müziğin devrimine sahne olur. Film ünlü folk sanatçısı Dave Van Ronk'un hayatından ilhamla yola çıkarak, dönemin müzik piyasasında yaşananları ünlü sanatçılar Bob Dylan, Joan Baez ve Joni Mitchell eşliğinde beyazperdeye taşımakta.


AUGUST RUSH:




Yetenekli ve karizmatik İrlandalı gitarist ile genç ve güzel çellist New York'taki Washington Square'de karşılaşırlar, ancak bu sıradan bir gece değildir. Büyülü anlar yaşayan ikili bir süre birbirlerinden ayrı düşeceklerdir. Ancak onları ufak bir çocuk bir araya getirecektir: Küçük bir yetim olan August Rush sokaklarda kendi müziğini yapmakta ve sihirli bir güç tarafından korunmaktadır. Yönetmenliğini Kristen Sheridan'ın yaptığı filmde Freddie Highmore, Keri Russel, ve Jonathan Rhys Meyers önemli rolleri paylaşıyorlar.



WİPLASH:






Prestijli müzik okulu Shaffer'da 1. sınıfta okuyan 19 yaşındaki Andrew Neiman (Miles Teller), hırslı bir davulcudur ve günün birinde efsaneler arasına girmeyi hayal etmektedir. Buranın en önemli orkestrasının şefi ise Terrence Fletcher (JK Simmons) adında, oldukça katı eğitim prensipleri uygulayan bir müzisyendir. Günün birinde Neiman'ın yeteneği Fletcher tarafından farkedilir ve okulun ana orkestrasına alınır. Fletcher'ın gözüne girebilmek için insanüstü bir çalışma sergileyen, ailesini ve özel hayatını bile bir kenara atan Neiman ile Fletcher'ın arasında tansiyonu hiç düşmeyecek bir öğretmen-öğrenci ilişkisi başlayacaktır. Yönetmen Damien Chazelle.


RAY:






Ray, kendi halinde yaşayıp giden, hayalleri olan küçük bir çocuktur. Yaşadığı oldukça trajik bir olay sonucunda hayatına kör olarak devam etmek zorunda kalır. Yaşadığı bu acıya rağmen hayata dair umudunu kaybetmez ve yepyeni, taze hayallerle hayat yolculuğuna devam etmeye karar verir. Ray, karşısına çıkan engellerle savaşacak ve dünyanın en önemli müzisyenlerinden biri haline gelecektir. Küçük Ray, hem adıyla hem de soyadıyla tanınan Ray Charles olacaktır. Taylor Hackford'un yönettiği filmde Ray'i Jamie Fox oynamıştır.


11 Şubat 2015 Çarşamba

The Best Of Youth



1960'lardan 2000'lere; iki kardeşin hayatı üzerinden İtalya'nın yakın tarihine ışık tutan, sosyo-kültürel hayatı hakkında önemli veriler veren yaklaşık 6 saat uzunluğunda enfes bir film. Film önceleri dizi olarak tasarlanmış fakat sonradan sinema filmi olmasına karar verilmiş. Filmde hayata dair her şey var; aşk, ayrılık, aile bağları, ekonomik zorluklar, sistem eleştirisi vs.  6 saat gibi, standart bir film için çok uzun olmasına karşın hikaye o kadar akıcıdır ki, filmi izlemeye başlayınca önünden kalkamıyorsunuz. Başarılı oyunculukları, etkili diyalogları ile uzun süre hafızalarda yer edinen başarılı bir yapım.

Filmin konusu kısaca şöyledir:  1966'da üniversite çağında olan Nicola ve Matteo, akıl hastanesinde kötü muamele gören Giorgia ile karşılaştıklarında, hayatlarının dönüm noktasına gelmişlerdir. Genç kız için yapılacak fazla bir şey yoktur ve her ikisi de bu adaletsizliğe karşı kızgındır. Nicola düzene karşı çıkarak önce hippilerin arasına karışır ve ardından Giorgia gibilere yardım etmek için psikoloji okumaya karar verir. Matteo ise eşitsizlikleri giderebilmek için yasa adamı olma yolunu seçer ve önce orduya ardından da polis akademisine kaydolur.

Filmde çok güzel anlar var. Benim en etkilendiğim sahne; yeni yıla yalnız giren Matteo'nun ''mutlu yıllar'' dediği ve sonrasında gelişen olaydı. bir anda gözlerim ekranda kalakaldım. Üstelik olayı tahmin etmiş olmama rağmen çok şaşırdım ve etkilendim.

Oyunculuklar genel itibarı ile başarılı. Özellikle Giorgia rolünde Jasmine Trinca ve Matteo rolünde Alessio Boni daha da iyiler. Filmin olumsuz yönlerinden biri şu olabilir; filmin başı ile sonu arasında yaklaşık 40 yıl geçti ama oyuncuların fiziki görüntüleri, saçlarının kırlaşması hariç neredeyse hiç değişmiyor. örneğin Giorgia filmin başında nasılsa filmin sonunda da aynı gibi. Bu konuda daha dikkatli davranıp makyaşla oyuncular yaşlandırılabilirdi.

Filmdeki en güzel replik ile bitiriyorum:
''Kitapları seviyorsun, çünkü onları istediğin zaman kapatıyorsun. ama hayat öyle değil, kararları sen veremezsin''


Yapım                : 2003 - İtalya




FRAGMAN:




2 Şubat 2015 Pazartesi

Günbatımı






Psycho




Alfred Hitchcock'un, sinemada bir üstat olduğunu bir kez daha kanıtladığı başyapıt. Filmdeki banyo sahnesi, filmden hatta belki Alfred Hitchock'tan bile daha çok bilinir. Bu sahne kendisinden sonraki bir çok filme ilham kaynağı olmuş ve kullanılmıştır.

Psycho, gerilim türünün en iyilerinden biridir. Hitchcock'un yarattığı atmosfer, her an kötü bir şey olacakmış hissi veren müzik ve tabi ki Anthony Perkins'in muhteşem oyunculuğu bu gerilimi en üst seviyeye çıkartıyor. Diyaloglar çok zekice. Film boyunca gerilim ve merak duygusu hiç azalmıyor. Film, seyirciyi şok edecek, büyük bir sürpriz ile bitiyor.

Filmin ana karakteri Norman Bates'in yaşadığı ev üç katlıdır. Ünlü Sloven sosyolog ve filozof Slovaj Zizek,  filmdeki evin katlarının id, ego ve superego ile eşleştiğini söyler. giriş katı egodur, Norman Bates burda normal bir şekilde hayatını yaşar. Üst katta istekleri bitmeyen, memnun edilmesi imkansız olan superego vardır, anne orada yaşar. Alt kat ise id olup toplum kurallarının hiçe sayıldığı yerdir.

''Hitchcock filmi siyah beyaz çekmesinin nedenlerinden birinin, renkli çekildiği takdirde bir gerilim filminden çok kanlı bir korku filmi görünümünde olacağı endişesini taşıması olduğunu belirtmişti. Asıl neden ise filmi mümkün olduğunca ucuza mal etmek istemesiydi. Ona göre siyah beyaz çekilmiş ucuz B-film'ler gişede çok iş yapıyorsa, yine siyah beyaz çekilmiş, ucuza mal olmuş ama kaliteli bir film kimbilir nasıl bir gişe yapardı. Nitekim tahmininde yanılmadı ve 1 milyon doların altında bir maliyetle tamamlanan film tam 40 milyon dolar hasılat yaptı.'' (Vikipedi)


Anthony Perkins'in, muhteşem oyunculuğuna değinmeden bitirmek olmaz. Kendisi Norman Bates rolünde çok çok iyi.




Yapım                : 1960 - ABD




FRAGMAN: