30 Haziran 2014 Pazartesi

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok




Savaşı bütün çıplaklığı ile bu kadar iyi anlatan film azdır. Batı Cephesinde Yeni Bir şey Yok filmi tam bir başyapıt. 1930 yılında bu kadar iyi bir film yapanlara hayranlık duymamak elde değil. Savaş sahneleri çok gerçekçi idi.

Savaşlar neden çıkar, kimler savaşların çıkmasını ister, kimler savaşır? Savaştakiler savaşa nasıl bakar, cephe gerisinde savaşta olmayanlar savaşa nasıl bakar? Film bütün bu sorulara net bir şekilde cevaplar veriyor.

Tatile gider gibi büyük bir coşku ile savaşa giden gençlerin (savaşa gitmek okula gitmekten daha zor olamaz ya diye düşünenler dahi var) savaşın yıkıcı atmosferinde nasıl dönüştüklerini çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne serilmiş.

Bir çukurda düşmanı ile karşılaşan Paul'un onu öldürmek zorunda kalışı, sonra ölmemesi için elinden geleni yapması en etkileyici sahnelerden biriydi.

Savaş çığırtkanlığı yapanları bir yere toplayıp bu filmi izletmek gerek. hala savaş istiyorlarsa ellerine silah verip onları cepheye göndermeli...

mutlaka izlenmesi gereken filmlerden biri.



 ,   ,   ,   
Yapım                 : 1930- ABD


FRAGMAN:




27 Haziran 2014 Cuma

No Man's Land (Tarafsız Bölge)




Tarafsız bölge, izlediğim en iyi savaş filmlerinden biri. her şey çok gerçekçi bir üslup ile aktarılıyor.Film, İki cephe arasında, tarafsız bölgede kalan, biri Sırp diğer ikisi Boşnak (Boşnak askerlerden biri bir mayın üzerinde yatmaktadır ve hareket etmesi durumunda havaya uçacaktır) olan üç askerin birlikte geçirdikleri bir günü konu edinmiş.

Bosna'da Sırpların yaptığı katliam sırasında BM barış gücünün takındığı tavrı çok iyi yansıtıyor. özellikle mayın üstünde yatan Boşnak askerini ölüme terkedip gittikleri son sahne, Avrupa'nın bosnadaki katliama seyirci kalmasını güzel bir şekilde tasvir etmekte.

Film 2001 yılında en iyi yabancı film oskarı da dahil (sonuna kadar hakederek) bir çok ödül almış

Aynı zamanda filmin senaryosunu da yazan yönetmen Danis Tanovic'in ilk filmiymiş. ben çok beğendim. kesinlikle izlenmesi gereken filmlerden biri.




 ,   ,   ,   ,  

Yapım                 :2001 - Bosna-Hersek ,  Fransa ,  Slovenya ,  İtalya ,  Belçika


FRAGMAN:



23 Haziran 2014 Pazartesi

Jariskatsis Mama (Askerin Babası)


Jariskatsis Mama (Askerin Babası) izlediğim en güzel, en etkileyici, en başarılı savaş karşıtı filmlerden biri.

Uzun yıllar cepheden dönmeyen oğlunu aramaya giden bir baba, bir anda kendini savaşın ortasında bulur. Sergo Zakariadze askerin babası rolunde çok samimi çok başarılı bir performans sergiliyor.



Filmde unutulmaz sahneler var. işte birkaçı;

1-Giorgi'nin orduya katılmak için komutanlarla tartıştığı ve güreş tutmak istediği sahne,

2-Cephede 3 gündür uyuyamayan askerlerin uykuda iken konser verildiği sahne,

3-Tankın üzüm ağaçlarını ezmesi üzerine Giorgi'nin tankın önünde durduğu sahne,

4-Giorgi'nin oğlunu söylediği şarkı ile tanıdığı sahne

5-Giorgi'nin oğluyla karşılaştığı sahne. bu sahnede giorgi oğluna: ''sen ne zaman bu kadar büyüdün, ne zaman böyle kocaman oldun, ben şimdi annene ne diyeceğim'' dediği anda gözlerden yaşlar boşalabilir.


Yapım                 : 1964 - Rusya

Orson Welles

Orson Welles, hiç şüphe yok ki sinema tarihinin en büyük yönetmenlerinden biridir. 2 yaşındayken yetişkin bir insan gibi konuşabiliyor. 3 yaşındayken herşeyi okuyabiliyor. 5 yaşındayken Shakespear'in oyunlarını ezbere biliyor. 9yaşında babası ile çıktığı gezide dünyanın dörtte üçünü gezme fırsarı oluyor. bu arada resim yapmayı öğreniyor. Ünlü İllüzyonist Houdini'den illüzyon dersleri alıyor. 10 yaşındayken Visconsin gazetelerin birinde hakkında şöyle bir haber çıkar:
''Karikatürcü, oyuncu, şair ve sadece 10 yaşında''


1938 yılında radyoda yaptığı ''Dünyalar Savaşı'' programında o kadar başarılıydı ki Amerikalıları, dünyayı marslıların istila ettiğine inandırdı. Program büyük kaosa neden oldu.


1941 yılında henüz 25 yaşında iken Citizen Kane filmini çekti. Daha bu ilk filmiyle, Welles o zamana kadarki sinema gelişimine yepyeni bir yön vermiş ve yenilikler getirmiştir. Özellikle, sinemanın anlatım potansiyelini ve yollarını farklı bir kompozisyonda kullandığı için bu film önemliydi. Bu nedenlerden ki,''Citizen Kane'' filmi birçokları tarafından "bugüne kadar yapılmış en iyi film" payesini almıştır. Ayrıca, bu ilk filminde oyuncu olarak da bulunmuş ve performansıyla da beğeni toplamıştır. Yine de, Orson Welles, Hollywood'da tutulmadığı için Avrupa'ya gitmiştir.


Orson Welles'in en önemli filmleri;




1941- Citizen Kane

1942- The Magnificent Ambersons

1947- The Lady From Shanghai

1948- Macbeth

1955- Mr. Arkadin

1958- Touch Of Evil (Bitmeyen Balayı)

1962- The Trial

21 Haziran 2014 Cumartesi

Make Way For Tomorrow





Anne baba ve çocuklarının ilişkileri duygu sömürüsü yapılmadan ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. filmin çok sıcak bir atmosferi var. duygular seyirciye başarıyla aktarılıyor. bunda yaşlı oyuncuların başarılı oyunculukları önemli bir etken ama asıl önemli etken yönetmenin bu filmden hemen önce babasını kaybetmiş olmasıdır sanırım. film bir drama olmasına karşın yer yer çok başarılı esprilerde barındırıp izleyici güldürmeyi başarıyor.

50 yıllık evlilikleri boyunca birbirlerine aşık, beş çocuk yetiştirmiş bir kadın ve bir erkek, çocuklarının vefasızlıkları sonucu ayrılmak zorunda kalırlar. bu ayrılıktan önce son beş saatlerini birlikte geçirdikleri sahneler çok çok iyiydi. asıl vurucu sahne ise finali.

filmin afişi de gördüğüm en güzel afişlerden biri.

kıyıda köşede kalmış bu filmi mutlaka izleyin derim.




Yapım                 : 1937- ABD



FRAGMAN:

20 Haziran 2014 Cuma

Yollar ve Yolculuklar






Gidenlerin Ardından



Kolya




Bir yanda 55 yaşında bir adam (Louka), diğer yanda 5 yaşında bir çocuk (Kolya). Baba-oğul değil, akraba değiller, hatta ayrı milletlerden; Louka Çek, Kolya ise Rus. başta birbirlerinin dillerini bile bilmemekteler. Bir şekilde bu ikilinin hayatları kesişir (Nasıl olduğunu filmi izleyince görürsünüz). başta birbirlerine karşı mesafeli duran Louka ile Kolya buna rağmen zorunlu beraberliklerini devam ettirirler. zamanla aralarında çok sağlam bir bağ kurulur.

Her ne kadar Louka ile Kolya'nın hikayesi ön planda olsa da, arka planda Sovyet işgali ile ilgili olarak da ince mesajlar veriyor.

Kolya karakterini oynayan çocuk (Andrey Khalimon), boyundan büyük işler başarmış. yaşadığı duygu değişimlerini başarıyla izleyiciye yansıtıyor. özellikle küvette büyükannesi ile telefonda konuşur gibi yaptığı sahnede (duş başlığını telefon olarak kullanıyor) çok çok iyiydi. çok dokunaklı bir sahneydi. Louka karakterini oynayan Zdenek Sverák de çok başarılı bir performans sergilemiş.


Film 1996 yılında en iyi yabancı film oskarını almış.







Yapım                 : 1996 - Çek Cumhuriyeti



FRAGMAN:


19 Haziran 2014 Perşembe

Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Aferin bize !...



Ender'in bir gece yarısı Çetin'e yazdığı mektup:

''Çetin, Sevgili Dostum,
düşünüyorum da, seninle hiç tanışmamış olsaydık ben ne olurdum? Nasıl bir Ender olurdum? Sen farklı bir okulda farklı bir semte ya da Ankara değil de farklı bir şehirde olsaydın, benden çok önce veya çok sonra doğmuş olsaydın ve ben senin varlığından bile haberdar olmasaydım ne olurdu? Ben yine böyle bir Ender olabilir miydim? Hiç sanmıyorum Sevgili Dostum hiç sanmıyorum. Bir Ender olurdu; belki daha fakir belki daha zengin, belki kitap çevirmenliği değil de çok farklı bir meslek sahibi bir Ender. İçinde Ben olmayan bir Ender. Eğer bugün Ender olarak bir anlam ifade ediyorsam, bu senin bana kattığın değerdir. Söylediklerimi hatta sustuklarımı bile senin gibi kim anlayabilir ki. Bazen beni benden daha iyi anladığını düşünüyorum. Çetin, sen hayatımda önemli bir yer tutmuyorsun, sen hayatımın tam ortasındasın. benim dünyam senin etrafında dönüyor (dur hemen sinirlenme, göbeğinden bahsetmiyorum.) Eğer sen olmasaydın, hayatımda büyük bir boşluk olurdu, hep bir şeyler eksik kalırdı. İşin garip tarafı, bu boşluğun ne(sen) olduğunu bile bilemezdim. Günümüz çoğu insan gibi; ne yaparsam yapayım, bir tatminsizlik, bir eksiklik hep olacaktı.

Sevgili Dostum, sen şimdi yan odada yatıyorsun. O kocaman göbeğin her nefes alıp verişinde inip kalkıyordur. Bana bu gece ne oldu bilmiyorum ama seninle sohbet etmek istedim. Bu mektubu da onun için yazıyorum. Çünkü sana mektup yazarken seninle konuşuyormuşum gibi geliyor bana. Bu eskiden de hep böyleydi. Komik olan da bu mektubu yarın sana elden vereceğim. (buraları okurken bana kızacaksın, ''Abi, madem konuşmak istiyordun uyandırsaydın ya'' diyeceksin. Cevabımı bildiğin için de konuşmana ara vermeden ''seninle sohbet etmek varken ne zaman uykuyu tercih ettim ben?'' haklısın Çetin, az sabahlamadık seninle sohbetlerimizle. Ama senin yorgun, kızarmış gözlerle işe gitmene gönlüm razı gelmez biliyorsun.)

Galiba bu gece benim bu melankolik halim, Ahmet Kaya'nın radyoda Ah Ulan Rıza şiirini okumasıyla başladı. Her dinlediğimde seni hatırlatır bana ve çok kederlenirim. ''o kocaman gövdene o beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler'' Hayır hayır, bunları düşünmeme çok saçma. şiirde iki arkadaşın hikayesi anlatılıyor, bize benzemeyen. Ve sen Rıza değilsin. Sen benim sevgili dostum Çetinsin. benim bu efkarlı halim yarın devam ediyor olsa anında dağıtacak olan biricik dostum. Ahmet Kaya ''Ah ulan Rıza ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki benim en kral arkadaşımdın'' dediğinde peşinden tekrarlarım '' Ah ulan Çetin, ara sıra gıcıklaşırsın ama inan ki benim en kral arkadaşımsın.
   Dostun; ENDER

             NOT: Yukarıdaki mektup ne kitapta ne filmde yer alıyor. önce filmi sonra kitabı sonra tekrar filmi izleyince o kadar doldum ki böyle bir mektup yazdım, Ender'in Çetin'in ve Barış Bıçakçı'nın hoşgörüsüne sığınarak

reçel-peynir dengesi
                                                                                                                     

Bizim Büyük Çaresizliğimiz, çok değerli bir arkadaşlığı gözler önüne seren güzel bir film. Orson Welles tarafından sinemaya uyarlanan Dava (Kafka) filmini saymazsak hiçbir film (izlediğim birkaç roman uyarlaması filmlerden bahsediyorum) uyarlandığı romanın gücüne ulaşamaz. Bizim Büyük Çaresizliğimiz filmi de Barış Bıçakçı'nın romanın verdiği hazzı vermiyor. Ama Ender ve Çetin'in dostluğuna dair güzel mesajlar vermeyi başarıyor. İlker Aksum ve özellikle Fatih Al çok çok iyiler. Ben kitap kadar olmasa da filmi beğendim.

İtin Olayım Kaptan Abi

Filmin en güzel sahnelerin biri; Çetin ile Ender'in tatil yolunda birlikte söyledikleri ''İtin olayım kaptan abi'' şarkısı. İşte o kısa şarkının sözleri:


İtin olayım kaptan abi,

Paçanda yaşat beni.

Muavin!  muavin!

Kaptan kızar ben susarım,

Nereye girse yanındayım.

Muavin!  muavin!

Yollar toz biz dumanız,

Denize kadar hiç durmayız

Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz romanı, erkek dostluğu üzerine yazılmış en güzel romanlardan biri. Seyfi Teoman (kendisini rahmetle anıyorum) bu güzel romanı başarıyla sinemaya uyarlamış. ikisine de sonsuz teşekkürler.




 ,   ,   ,   ,  
Yapım                 : 2011 - Türkiye



FRAGMAN:




İznik Yeşil Camii


18 Haziran 2014 Çarşamba

Yaşlı Kadınlarımız







Babamın Zaferi (My Father's Glory)


Babamın Zaferi, izlediğim en iyi filmlerden biri. Ne yazık ki çok fazla bilinen bir film değil. Bu kadar iyi bir filmi bu kadar geç bulup izlediğime hayıflandım. Film boyunca yüzümde bir tebessümle izledim. sıcak bir hikaye, başarılı oyunculuklar ve eşsiz doğa görüntüleri ile film bitmesin istedim. Filmin sonuna doğru Marcel, tatilin bitmesine ne kadar üzüldüyse ben de en az o kadar üzüldüm çünkü bu filmin de biteceği anlamına geliyordu.

Her çocuğun gözünde babası bir kahramandır ve onun her şeye gücü yeter. Bu görüş filmin ana temasını oluşturuyor. öte yandan şehirli ile köylü, okumuş ile okumamış, inançlı ile inançsız insan arasındaki farklar da fazla abartılmadan izleyiciye sunuluyor. Filmin her karesinde iyimserlik var, yaşam sevinci var. (Marcel'in av sırasında kaybolup akbabalardan koktuğu sahneleri saymazsak. bu sahneler bile ayrı bir güzellik katmış filme.)

Mutlaka izlenmesi gereken filmlerden bir. Puanım 8.0/10

Yapım                 : 1990 - Fransa


FRAGMAN:



Kış Uykusu


Esin KÜÇÜKTEPEPINAR'in Radikal gazetesindeki haberinden alıntı:

Şimdiden Altın Palmiye’nin favorileri arasına giren filme yabancı eleştirmenler övgü yağdırıyor.

Görkemli bir film
“Nuri Bilge Ceylan insan doğasına dair bir başyapıt çıkarmış! Sinemanın en saf hali. Klasik anlatıma yeni bir boyut kazandırmış...” Bu sözler, Fransız L’Humanite’nin eleştirmeni Jean Roy’a ait. Amerikan sinema endüstrisinin önemli dergisi Screendaily’deki uluslararası eleştirmenlerin yıldız listesinde İngilzi usta Mike Leigh’in ‘Mr. Turner’ filmini geçerek ilk sıraya yükselen ‘Kış Uykusu’la ilgili yorumları topladık.

Derek Malcolm (Evening Standart, İngiltere ): “Bence seyirciye en yakın filmi! Eski oyuncu, yeni otel işletmecisinin (Bilginer) etrafındaki bol karakterli ve konuşmalı üslubu ve sinemada hayli uzun gelebilecek süresine rağmen Ceylan ustalığını konuşturmuş. Çekov misali sıradan günlük meseleleri üzerinden insanın ikircikli özünü ortaya çıkarıyor.”

Justin Cheng (Variety, ABD ): İnsan zaafları üzerine çok katmanlı bir inceleme, görkemli bir film!

Deborah Young (Hollywood Reporter, ABD): İnanılmaz bir yapıt! Çehov uzun bir film çekseydi böyle bir şey olurdu!

Michel Ciment (Positif, Fransa): Başyapıt! Bergman’dan beri böylesini görmemiştik!

Yapım                 : 2014 - Türkiye

Çiçek-Böcek




Sekizinci Gün



Sekizinci Gün, Jaco Van Dormael'in hem yazıp hem de yönettiği çok güzel bir film. Yönetmen Down Sendromlu bir insanın hayatının nasıl olabileceğini, ne tür sıkıntılar yaşayabileceğini çok samimi bir dille anlatıyor. bu filmi izleyip de etkilenmemek mümkün değil. bunda yönetmenin etkisi büyük. filmin bir yerinde Down Sendromlu olan George karakteri, Down Sendromlu olmayan insanları kastederek;
''Neden ben de herkes gibi değilim'' diye isyan ediyor. arkadaşı Harry ona;
''Sen onlardan daha iyisin'' diyor. bu yönetmenin fikridir ve yönetmen/senarist bu konuda oldukça samimidir. filmin başarısı da buradan geliyor.

Sekizinci Gün, Down Sendromu yanında dostluğu anlatan bir film. Down Sendromlu George ile iş hayatında çok başarılı ancak özel hayatında başarısız Harry'nin dostluğu. Arkadaşlık bir tür aşk gibidir. hiçbir sosyal statü farkı, hiçbir engel tanımıyor. George ve Harry gibi her şeyleri ile çok farklı iki insan çok iyi dost olabiliyorlar. Daniel Auteuil (Harry) ve Pascal Duquenne (George), anlatılan hikayedeki dostluğu muhteşem oyunculukları ile daha inandırıcı hale getiriyorlar.


Sekizinci Gün, aklıma Yağmur Adam ile Fareler ve İnsanlar filmlerini getirdi. hikaye olarak çok farklı filmler olsalar da, ana eksen aynıdır. Bu üç filmde de topluma göre normal ve normal olmayan iki kişinin yakın ilişkisi anlatılır. bu üç filmin bir ortak özellikleri de afişleri; üç filmin afişinde de iki adam yürüyor; sağda normal olan solda ise normal kabul edilmeyen olacak şekilde.



Sekizinci Gün


Yapım                 : 1995 - Belçika ,  Fransa ,  İngiltere

FRAGMAN: